
Hiçbir meslek hakkında iyidir veya kötüdür diye bir beyanda bulunmak doğru olmaz elbette. Mesleklerin iyi veya kötü olması tamamen kişi ile ilgili bir durum. Aynı işi bir kişi çok severek ve içten yaparken diğer bir kişi tabiri caizse adeta sanki başına silah dayamışınız da ona o işi yaptırıyormuşunuz gibi olur. Bankacılık da aynen böyle.
Benim banka serüvenim 2009 kasım ayında başladı. 2009 yılı aynı zamanda İstanbul Üniversitesi’nde Tarih anabilim dalında Tezli yüksek lisansa başladığım yıl. (Bankacılık ile Tarih ne alaka demeyin:) Mayıs ayında askerden gelmişim. Yapacak iş güç olmayınca internetin başında sabahtan akşama kadar iş ilanlarına bakınıp dururdum. İşte o günlerde bir bankanın 1250 eleman alacağını gördüm bir haber sitesinde. Şartlarına baktım, uyuyordu. Lise mezunu veya 4 yıllık eğitim veren üniversitelerin herhangi bir bölümünden mezunu olmak yeterli oluyordu. Kazanamayacağımı düşünüyordum ki bunda da gayet haklıydım. Çünki ben sözel çıkışlı biriydim. Sayısal çıkışlı olanlardan bana sıra gelmesi elbette hayal bile edilemeyecek bir durumdu. Ama denize düşen yılana sarılır misali, ya tutarsa deyip başvurunun son günü parayı yatırdım ve başvurdum.
Ardından banka ileri bir tarihte başvuranları kendi bünyesinde bi devlet üniversitesiyle anlaşarak bir sınava tabi tuttu. Bu arada şunu da hatırlatmadan geçemeyeceğim; banka 1250 kişi alacak demiştim ya, işte o 1250 kişilik kadro için 300,000 in üzerinde başvuru olmuş. Güzeller güzeli ülkemden bir kesit işte. (Bu arada kişi başı başvuru ücreti olarak 50 TL almışlardı, 300,000 x 50 = 15,000,000 ediyor. Basit bir hesapla; başladığım yıl ortalama 1,100 TL maaş alıyordum ki bu da yıllık 13,200 eder. Başvuru parası olan 15,000,000’i bölelim 13,200’e = 1135 kişinin 1 yıllık maaşını zaten direk başvuru paralarından karşılıyorlardı :):) Sınav için yapılan masraflar falan denilebilir ama oraya da bir soru işareti koymak gerekir.)

Neyse, sınav günü geldi çattı. Sınava giriş belgemi aldığımda İstanbul Teknik Üniversitesi’nde sınava gireceğim yazıyordu. Ben de Taksim’den İnönü’ye doğru giderken ki gördüğüm yer zannediyordum. Fakat sınava 1 saat kala oraya vardığımda sınav yerimin o kampüs değil, Ayazağa’daki kampüsü olduğunu öğrenince neler hissettim anlatamam. Hemen koşturarak tekrar Taksim meydana çıktım. Meydan’dan Metro ile ver elini Ayazağa. Bir de o sıralarda metro’da çalışma olmasın mı, metro seferleri yarım saatte bir yapılıyor. Tabi bu durumda mağdur olan tek ben değilim. Orada bulunanlardan kimi tekrar çıkarak karayolu ile gitmeye çalıştılar. Velhasılı kelam metro geldi en nihayetinde. Geldi ama Ayazağa’da indikten sonra da şimdi sınava gireceğim o fakülteye yürümek var. Birde bunun üzerine telaşı da eklerseniz, anlarsınız ne demek istediğimi.
Sonuçta sınav başladıktan 15 dakika sonra sınava yetişebildim. Allahtan herhangi bir sorun çıkaran olmadı. Kazasız belasız sınavı bitirdik çıktık.
Sınav konuları genel yetenek ve genel kültür ve biraz da mantık ağırlıklı idi. Elimizden geldiğince bir şeyler karalamaya çalıştık işte.
Nihayet sınav soruları açıklandı. 100 üzerinden 81 almışım. Bankanın yapmış olduğu sisteme göre İstanbul’da mülakata girmeye hak kazananlar içerisinde tam hatırlayamıyorum ama 40 küsürüncü sıralardaydım. Bir sözelci olarak nasıl bu kadar yüksek puan aldığımı merak etmiyorum ama merak ettiğim şey, sınava giren bilmem ne kadar sayısalcı ve eşit ağırlıkçı arkadaşlar nasıl o puanı alamadı. :)

Sıra geldi banka yöneticilerin yapacakları mülakata. Uzun bir aradan sonra mülakata çağırdılar. Mülakatı bankanın genel müdürlük ek hizmet binasının bulunduğu Gayrettepe’de yaptılar. 4’te sıra gelecek demişlerdi ama saat 6 olduğunda ancak sıra gelmişti. Mülakat odasına girdiğimde 2 kişi vardı. Onlar karşıda ben de onların karşısında yer gösterdikleri bir masada oturdum.
Mülakat nasıl geçti? Ne sordular?
İlk önce kendimi tanıtmamı istediler. Tanıttım kendimi. Tabi bu arada siyah takım elbise, kırmızı kravat, boyalı ayakkabılar. Tabir-i caizse sanki gerçekten bankacıyım gibi giyinip kuşanmıştım. Kendimi tanıtırken tarih okuduğumu da söylemiştim. Odadakilerden biri; “II. Abdülhamit” hakkında ne düşünüyorsun diye sordu. Tabi bu soru karşısında ilk başta biraz politik cevap vermeye çalıştım. “Efendim, doğruları ve yanlışlarıyla en zor zamanlarda bu ülkeyi 33 yıl boyunca yönetmiş bir padişahtır” dedim. Bu sefer hafif bir gülümseme ile ikinci bir soru: “bırak şimdi politik cevap vermeyi, ben sana soruyorum, sen ne düşünüyorsun? Ulu hakan mı, kızıl sultan mı?” artık bu soru karşısında net cevap vermekten başka bir çare yoktu: “Efendim bana göre Ulu Hakan’dır.” Nokta. Daha sonra diğer kişi, Banka hakkında ne biliyorsun, dediler. Ona da daha önceden bankanın sayfasından okuduğum şeyleri söylemeye başladım. Bir iki cümle etmiştim ki; “bırak hemşerim bunları, sen bu bankaya ne katabilirsin, hedefin ne, onu söyle” cümlesiyle karşılaştım. Bu cümleye de “Efendim, bu bankada başarılı olacağıma, ve bankayı bulunduğu konumdan ileriye taşımak için gerekli olan gayreti, çalışmayı yapabileceğime olan inancım tamdır.” Dedim ve mülakatı noktaladım.
Böylece Türkiye’nin karlılıkta ilk 5’e giren bankasına giriş için olan mülakatım 5 dakika içerisinde bitti.
2010 yılının Şubat ayının ortalarına doğru mülakat sonuçları da açıklanmıştı, ve kazanmıştım.
1 Mart’ta Antalya’da eğitime çağrılıyorduk.
10 günlük bir eğitim dönemimiz oldu. Eğitimler de, bankacılık hakkında genel bilgiler ve kişisel gelişim ve imaj yönündeydi.
Şubelerimiz de belli olmuştu zaten, 10 günün bitiminde şubelerimizde göreve başladık.
Şunu da hatırlatmadan geçemeyeceğim; orada ilk gün gittiğimizde bazı evraklar imzaladık. Şayet bankadan 5 yıldan önce istifa edersem, 8,000 Tl tazminat ve eğitim giderlerini ödeyeceğim diye. Bu konu hakkında da ayrı bir yazı yazacağım inşallah.
Başakşehir’de bir sanayi şubesinde hem bankacılık hayatıma hem de iş hayatıma ilk adımımı atmıştım. Şube açılalı hemen hemen 1 sene olduğu için hem konfor açısından hem de yoğunluk açısından (çok yoğun olmuyordu) güzel bir şube idi.
İlk başlarda tabi hemen kasa açtırmadılar. En az 1 ay kadar falan da kasada duran arkadaşın yanında durarak yaptığı işlemleri falan inceledik.
1 ay sonra da artık bankacılığa tam olarak başlamıştım.
Şimdilik Bankacılık mesleğine giriş ile ilgili yazacaklarım bu kadar.
Bir sonraki yazımda; bankacılık dönemi boyunca karşılaştığım, çoğu komik ve ilginç bazı hadiselerden bahsedeceğim. Kalın sağlıcakla….
Bu yazıyı bir Bankacı fıkrası ile bitirmek güzel olur umarım... :)
Çoban ile Banka Danışmanı
Çoban´ın biri dere kenarında koyunlarını otlatıyormuş. Tam o anda, Yanına bir Cherokee Jeep yanaşmış. Brioni gömlek, Cerruti ayakkabılar giyen, Ray-Ban gözlüklü ve YSL kravatlı bir sürücü aşağıya inmiş ve çobana sormuş.
- Eğer kaç tane koyunun olduğunu bilirsem bana onlardan bir tanesini verir misin?
Çoban bir adama birde koyunlarına bakmış,
- Tamam diye cevap vermiş. Genç adam arabasını park etmiş, telefonunu bilgisayarına bağlamış bir NASA sitesine girmiş, GPS´ini kullanarak yeri taramış, bir database ve logaritma ile doldurulmuş 60 excel tablosunu açmış ve 150 sayfalık bir rapor basmış. Çobana dönmüş,
- Tam olarak 1586 adet koyunun var demiş.
Çoban
- Doğru diye cevap vermiş, - Koyunumu alabilirsin. Genç adam koyunu almış ve jeep´inin arkasına koymuş. Bu sefer çoban genç adama dönmüş.
- Eğer senin ne iş yaptığını bilirsem koyunumu geri verirmisin? Diye sormuş.
Adam,
- Evet neden olmasın diye yanıtlamış.
- Sen Dünya Bankası´nda Danışmansın demiş çoban.
Adam sormuş,
- Nasıl oldu da bildin?.
Çoban
- Çok basit diye cevap vermiş. -Buraya çağrılmadan geldin, bu bir..- İkincisi benim bildiğim bir şeyi bana söylemek için benden bir koyunumu istedin.- Üçüncüsü yaptığın hiçbir şeyden anlamıyorsun çünkü köpeğimi aldın! :):)